Oldukça ürkütücü olsa da yıllar önce vefat etmiş birinin mezarı açıldığında, bizi kemikler karşılaşır. Diğer tüm organlar ve dokular yok olmuş durumdadır.
Peki kemikleri ayırt edici kılan nedir?
Öncelikle insan vücudu iki halde ayrıştırılabilir.
Kimyasal/fiziksel süreçlerle ya da canlı dokuyu parçalayan öteki canlı organizmalarla. Ayrışma hızı ise; nem, böceklerin varlığı, havaya maruz kalma, sıcaklık ve toprağın asitliği üzere birçok faktöre bağlıdır.
Esasen bir insan vücudu, tüm etini ve dokusunu bir hafta kadar kısa bir sürede kaybedebilir veya bu doku, binlerce yıl yerinde kalabilir. Her şey, vücudun içinde bulunduğu kurallara bağlıdır ve tıpkı durum kemikler için de geçerlidir.
Birçoğumuz kemiklerin asla kırılmadığını düşünsek de elbette bu türlü bir durum kelam konusu değildir.
Çünkü kemiklerimiz, kanımızdan çok da farklı değildir. Onlar, öbür organ sistemlerimiz üzere kan damarları ve sonlar içeren canlı dokulardır.
Ayrıca kemikler, katı bir yapıdan çok güçlü gözenekli bir matris oluşturan kolajenden oluşur. Bu sebeple dokuları parçalayan kimyasal, fizikî ve mikroorganik süreçler, kemiklerin de parçalanmasına sebep olur.
Öte yandan kolajen, kemikteki kalsiyum ve öteki minerallerle ilişki kurarak kemiğe ömrü boyunca güç verir.
Bunun yanında vefatta çürümeye karşı direnç göstermesini de mümkün kılar. Mineraller de kolajeni kaplar ve mikropların, organik konuya erişmesini ve onu sindirmesini zorlaştırır.
Ayrıca kemikler, kuru ve kurak kurallarda daha uzun mühlet dayanır. Çünkü mikroplar, su olmadan yüksek sıcaklıklarda yaşayamaz. Fakat vücut suya, böceklere, açık havaya veya çok asidik toprağa maruz kalırsa işler değişir.
Böyle bir durumda bakteriler ve mantarlar, bu gözenekli ağa nüfuz edebilir ve böylece kemiklerin parçalanmasına ve en sonunda toza dönüşmesine sebebiyet verebilir.